Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Psikolojide de bazı deyimler klasik mitolojiden kaynaklanır. Örneğin, aşırı kendini beğenmişlik şeklinde ortaya çıkan kişilik bozukluğu için kullanılan narsisizm, "Akhilleus, Agamemnon ve Diğer Önemli Kahramanlar" bölümündeki Narcissus'tan gelmek­tedir. Psikanaliz insanların iki yaklaşımı olduğunu ortaya koyar, bunlardan biri
TÜY DİKMEK "Kötü bir durumu, daha da kötü bir duruma ge- tiren bir eylemi gerçekleştirmek" anlamında kulanılır. Öyküsü (Eski bir gelenek): 1) Anadolu'da kış aylarında yakmak için kurutulan tezeklerin üzerine, hayvan dışkısı kuruduğunda onu kolay tutmak amacıyla bir "tüy" ya da "çubuk" dikilir. "Tüy" olarak kazların, ördeklerin, hindilerin ya da tavukların iri ve sağlam tüylerinden yararlanılır. Hayvan dışkısı adamakıllı kuruduktan sonra bu tüy ya da çubukla tutularak gerekli yere taşınır. 2) Fransa'da günümüzden 150-160 yıl öncesine kadar hiçbir yerde bizdeki anlamıyla bir "yüznumara" yoktu. Versailles sarayında bile insanlar büyük abdestlerini alçak pencerelerin iç taraflarına dökülen samanlar üzerine yaparlardı. Daha sonra dışkının üzerine, kuruyunca yapışsın, kaldırılması kolay olsun diye bir "kümes hayvanı tüyü" batırılırdı. "Tüy dikmek" deyimi yukarıdaki eski gelenekler nedeniyle oluşmuştur.
Sayfa 236Kitabı okudu
Reklam
PARA (PARAMIZ) PUL OLDU "Para, değerini çok yitirdi" anlamına söylenir. Öyküsü (1917'deki bir uygulama): "Paramız pul oldu" biçimindeki deyim, Türk para- sının gerçekten "pul" olması yani "pulların para yerine kullanılması" üzerine Türk halkı tarafından oluşturulmuş bir deyimdir. Şöyle ki: Osmanlı İmparatorluğu, 20. yüzyılın başlarında özellikle ekonomik yönden çok zor, çok sıkıntılı günler yaşamaktaydı. Hayat pahalılığının adamakıllı arttığı, ekonomik yaşamın allak bullak olduğu o günlerde piyasada "yoklar" arasına "bozuk para" bile eklenmişti!.. Esnafın, halkın, bankaların güç duruma düştüğünü gören yetkililer, çareyi "pulları para olarak kullanmakta" buldular. İlk olarak 1917 yılında 1 kuruşluk "Hicaz" pulu "10 para yerine" kullanıldı!.. Ardından Viyana'da bastırılan 5 ve 10 paralık pullar, arkalarına kâğıt yapıştırılarak aynı değerde para yerine kullanıldı. Nispeten kalın ve dayanıklı kâğıtlara basılmış pullar para yerine kullanılırken, ince kâğıtlara basılmış olanlar "posta pulu" işlevini yaptılar!.. Ve o tarihten, yani 1917'den sonra Türk diline "Paramız pul oldu" deyimi girip yerleşti!..
Sayfa 205Kitabı okudu
_Kanatsız uçmaya kalkışma! _Ham, pişkinin halinden anlamaz; öyle ise söz kısa kesilmelidir vesselâm. _O, kırmızı güldür, sen ona kan deme. O, akıl sarhoşudur, sen ona deli adı takma! _Hakiki olan vaadleri gönül kabul eder; içten gelmeyen vaadler ise insanı ıstıraba sokar. Kerem ehlinin vaadleri görünen hazinedir; ehil olmayanların vaadleri ise
" Kısa kes Aydın abası olsun "
Sayfa 75 - Zafer Yayınları, 4. BaskıKitabı okudu
Şapa oturmak Kızıl Deniz'in bir adı da Şap Denizi'dir. Tuza benzeyen şap taşı bu denizden çıkarılır. Mercana benzeyen beyazımtırak ve dallı budaklı bir taştır. Suyun altında gelişerek büyür, gemiler için tehlikeli şap kayaları meydana gelir. Seyir ve denizaltı haritalarında normal seyre elverişli ve derin olarak gösterilen denizin hiç umulmadık bir yerinde gelişip büyüyen şap kayaları, geminin oturmasına sebep olur. Bu hâl, eskiden gemilerle Hic giden hacı namzetlerinin sık sık başına gelen felâketlerdendi. "Hacı gemisi yine şapa oturmuş mu?" diye merak ederlerdi. Beklenmedik bir olayın, şaşırtıcı bir haberin karşısında hayretten dona kalan, ümitleri suya düşen, hülyaları boşa çıkan bir adam için: "Duydun mu? Filanca şapa oturmuş" derler.
Reklam
FİTİL, eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsüdür. Yine kullanılan bir ölçü birimi 'okka'nın dörtyüzde birine 'dirhem,' dirhemin dörtte birine 'denk,' denk'in dörtte birine 'kırat,' kırat'ın dörtte birine de 'fitil' denir. Yani bu fitil epey küçük bir orandır. İyi bir halin ya da güzel günlerin ardından, üzücü ve üzüntülü olayların yaşanmasından sonra 'burnundan fitil fitil geldi' deyimi kullanılır.
Altmışaltıya bağlamak
ARAP ALFABESİNDEKİ her harfin bir rakam değeri vardır. Bu hesaba göre bir kelimenin ya da bir cümlenin harflerinin rakam değerleri belli kurallar dahilinde toplanarak bulunur. Bu işleme 'Ebced hesabı' denir. İşte bu hesaba göre 'ALLAH' lâfzının ebced değeri altmışaltı eder. Kişinin murad ettiği bir iş için, sebepler dairesinde elinden geleni yaptıktan sonra, dua ile neticeyi Allah'a havale edip ondan hayırlı bir netice beklemesine, buradan yola çıkarak işi altmışaltıya bağlamak' denir olmuş.
Öfff... Cidden ömür törpüsü
*** Zülf-i yare dokunmak BİR AŞIĞIN SEVGİLİSİ çok alıngan ve her sözün altında başka mânâlar arayan evhamlı bir güzelmiş. Güzelliği eşi bulunmaz derecede göz kamaştırıcı olmakla beraber, evham ve alınganlığı da güzelliğinden daha üstün ve çekilmez durumdaymış. Yüzünün iki tarafından sarkan zülüfleri varmış. Aşık delikanlının en çok hoşuna giden de bu zülüflermiş. Bir gün onları bukle bukle sarkan ipeklere benzetecek olmuş, güzel gücenmiş: "Demek benim zülüflerim ipek telleri gibi cansız ve ruhsuz geldi sana öyle mi..." diye sitem etmiş. Genç aşık bir gün sevgilisiyle bahçede gezerken, hırçın ve hoyratça esen rüzgara kızmış; "Benim sevgilimin zülüflerini dağıtıyorsun" diye söylenmiş. Nazlı güzel bunda da bir mânâ bulmuş: "Anlıyorum, sen rüzgarı bahane ederek benim dağınıklığımı yüzüme vurmak istiyorsun. Saçlarımı ve zülüflerimi taramadığımı ima ediyorsun" demiş. Zavallı aşık artık o hale gelmiş ki, “ne desem zülf-iyare dokunuyor" diyerek, zülüf sözünü ağzına alamaz olmuş. ... Bu söz, hassas konular hakkında imâlı sözler söyleyerek, başkalarını tenkid etmek veya gücendirmek mânâsında kullanılır.
Rahmet okutmak :D
*** HIRSIZIN BİRİ GÜN GELİP, ihtiyarlamış ve nihayet Chastalanıp yatağa düşmüş. Öleceğini anladığından, Allah'a yalvarmağa başlamış: “Allah'ım, öleceğime gam çekmiyorum. Fakat ömrüm boyunca hırsızlıkla geçindim. Şunun bunun canını yaktım. Ben bu kadar günah ile senin huzuruna ne yüzle çıkacağım? Hesap vermeye nasıl geleceğim?Dünyada herkes benim arkamdan lânet okuyacak, sen beni affet Allah'ım..." diye yalvarıyormuş. Hırsızın, delikanlı bir oğlu varmış. Babasının yatağının baş ucunda bu yakarışı dinlemiş ve babasını teselli etmiş: "Baba, sen hiç merak etme. Ben seni her gün rahmetle andıracağım. Yüreğin rahat olsun..." Birkaç gün sonra babası ölmüş. Evin geçim yükü oğlunun omuzlarına yüklenmiş. Haylaz oğlan başlamış babasının mesleğini devam ettirmeye... Fakat öyle merhametsizce ve öyle gaddarca ev soyarmış ki, girdiği evde iğneden ipliğe ne varsa hepsini siler süpürür, torbasına doldururmuş. Eşyası dibinden süpürülmüş olan ev sahipleri, sabahleyin uyandıkları zaman, tamtakır kalan evde, ele alacak bir bardak bile bulamayınca, ne yapacaklarını bilemezlermiş. Şehirde herkes bu yeni hırsızdan yaka silker birbirlerine dert yanarken: kan "Yahu, babası da hırsızdı ama, yine Allah rahmet eylesin insaflı adamdı. İhtiyacı kadar bir şeyler alıp çıkardı. Lâkin bu mel'un oğlan, girdiği evi kökünden kurutuyor..." derlermiş.
Reklam
Mercimeği fırına vermek
*** ORTA ANADOLU'NUN hemen her şehir ve kasabasında mahalle fırınları vardır. Evlerde, dört kulplu büyük teknelerle hamurlar yoğurulur. Her evin nüfusuna göre haftalık ekmek yapılır. Akşam olunca bu fırınlara evlerden çömlekler, büyük tencereler, güveçler ve benzeri kaplar içinde, keşkek, işkembe, paça, nohutlu et, mercimekli et gibi pişmeleri uzun süren ve kuvvetli ateş isteyen yiyecekler gönderilir ve sabaha kadar güzelce pişerdi. Sabahleyin herkes fırına koşar, akşamdan koyduğu keşkeği veya etli mercimeği alıp sofrasına getirirdi. Mahallenin birisinde genç bir kız, komşularından güzel bir delikanlıya aşık olmuş. Delikanlı da kıza tutukmuş. Fakat muhit küçük, etraf dedikoducu olduğundan bir türlü buluşup konuşamazlarmış. Fırına keşkek, paça veya mercimek koyalım diye her gün akşam üzeri kızcağız anasına yalvarırmış. Anasının gönlünü edince, mercimek çömleğini kaptığı gibi akşamın alaca karanlığında evden çıkar, tenha bir köşede kendisini bekleyen oğlanla buluşup, hasret giderirmiş. Bir akşam üstü iki aşık o kadar muhabbete dalmışlar ki, mercimek çömleğini kızın omuzundan alan delikanlı, kızla beraber fırının kapısına kadar gelmiş. İçerideki kadınlar görüp gülüşmüşler ve ertesi gün dedikodu almış yürümüş: "Ahmet Efendi'nin Zeynep ile Hasan Ağa'nın Kâmil dün akşam üstü mercimeği fırına vermişler."
Halep ordaysa arşın burda
*** ADAMIN BİRİ vakti zamanında Halep'e gidip gelmiş. Artık her mecliste yerli yersiz "Ben Halepte iken..." diye söze başlar, dinleyenleri bıktırırmış. Bir gün kahvehanede lâf cirit oyunundan, koşudan ve uzun atlamadan açılmış. Bizimki: "Ben Halep'te iken sekiz arşın atlardım..." diye bir palavra atmasın mı ortaya? Artık sabırları tükenen ahbapları: "Haydi canım..." demişler. "Nişângahsız atıyorsun. Sekiz arşın atlamak nerede, sen nerede?" "Doğru söylüyorum, atladım..." diye ısrar etmiş adam. "Peki efendim, öyle ise burada da atla ki görüp inanalım" demesinler mi! Adam "Yok hayır, ben Halepte atladım." demiş. İçlerinden biri: "Canım, Halep orada ise, arşın burada atla da görelim" diyerek adamı susturmuş.
Geldi Safiye , gitti kafiye
*** ŞİİR MERAKLISI BİR ADAMIN, Safiye adında bir karısı varmış. Adamcağızın şiir merakının aksine, bu Safiye Hanım şiirden hiç anlamaz, haz etmezmiş. Anlamayı bir kenara koyun, kocasının şiirle meşgul olmasına "beyhude zanaat" diyerek karşı da çıkarmış. Adam karısının çarşıya pazara çıktığı bir günü fırsat bilerek, şiir yazmaya koyulmuş. Bir mısra, iki mısra derken epeyce yazmış. Tam şiiri bitirecek son mısranın kafiyesini tamam etmek üzere iken, kadın içeriye girmiş. Girmesiyle de “Ah kör olasıca, yine mi çiziktirirsin" demiş. Kafası karışan adam, kafiyeyi unutuvermiş. Kalemi kâğıdı atıp: "Geldi Safiye, gitti kafiye" demiş. ... Bu deyim, dikkat gerektiren bir işle uğraşan birinin, başkası tarafından dikkatinin dağıtıldığını belirtmek için kullanılır.
Fani Dünya:D
BİRKAÇ ARKADAŞ bir olup hava almak ve eğlenmek için dolaşmaya çıkmışlar. Köyün dışından geçen bir derenin kenarındaki patika yoldan giderlerken bakmışlar ki bir adam derenin akan köpüklü sularının tam ortasında, arkasında bir sandık, kafasında fıçı çenberinden yapılmış bir takke, ortasında sallanan bir çanla, çangur çungur ayakta çalkalanıp
46 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.